Tom Clancy, casusluk ve askeri operasyonlarla ilgili pek çok kıssa kaleme aldı; bu kıssalar yeri geldi kitap, yeri geldi oyun, yeri geldi sinema yahut dizi olarak çıktı karşımıza. Biz de bugün, Tom Clancy imzalı oyunlardan bir seçkiyle çıkalım karşınıza istedik.
Önümüzde çok uzun bir oyun listesi olunca ortalarından seçim yapmak da sıkıntı oluyor. Bir de doğal farklı kategorilerde karşımıza çıkıyor Tom Clancy oyunları. Şimdilik 3 ana serinin (Splinter Cell, Rainbow Six ve Ghost Recon) ön plana çıktığını, fakat ufak ufak diğer serilerin de (bkz. The Division) kendilerini göstermeye başladığını söyleyebiliriz. Biz de listeyi bir sıralama biçiminde değil de ana seriler altında gruplandırarak yapalım dedik. Hoşunuza gidecek mi bakalım.
Rainbow Six Serisi
Clancy’nin Rainbow Six (Gökkuşağı 6) serisinin birinci kitabını yayımladığı 1998 yılında başlayan bu seri, oyun dünyasında da orijinal bir kainatın kapısını araladı bizlere. Farklı ülkelerden her biri kendine has yeteneklere sahip casusların oluşturduğu R6 timi; yeri geliyor bir soyguna pürüz oluyor, yeri geliyor bir rehine kurtarma operasyonunu kazasız belasız gerçekleştiriyor, yeri geliyor bir terörist ağını çökertiyor. Bizler de 24 yıldır bu maceraya ortak oluyoruz.
Rainbow Six
İnanın şu oyunu oynadığım birinci an, daha dün üzere hatırımda. O devirlerde Police Quest: SWAT 2’ye kötü sarmış durumdaydım. Her bir polisin özelliklerini tekrar tekrar denetim ediyor, silahlar ve ekipmanları seçerken kılı kırk yarıyor, her vazife için en ülkü grubu oluşturabilmek için uğraşıp duruyordum. Sonra Rainbow Six geldi ve bu kadar kısa bir müddet içerisinde (aralarında en fazla 1-2 aylık bir mühlet vardı) resmen düzey atlamış üzere hissettim kendimi.
SWAT 2’nin izometrik görünümünden 3. boyuta taşınmıştık bir kez. Ancak daha değerlisi, stratejik planlama kısmında resmen değişik bir lige geçiş yapmamızdı. Misyon öncesinde takımımızın izleyeceği stratejiyi adım adım planlıyor, bunun için yeri geliyor saatler harcayabiliyorduk. Sonra da şimdi vazifenin 5. dakikasında bütün planın yerle bir olduğunu görüp başımızı taşlara vuruyorduk alışılmış 🙂
Rainbow Six 3
Serinin 3. oyunu, öncüllerine nazaran hem grafik hem de oynanış açısından kıymetli bir aralık katetmişti. Silah çeşitliliği ve özelleştirmeler konusunda da hiç kötü bir iş çıkarmamıştı. Kıssa kısmına gelince; Raven Shield’da grubumuz bir psikopatın kıyamet planını engellemek için vakte karşı yarışıyor, İngiltere’den Norveç’e, Karayiplerden Brezilya’ya dünyanın dört bir yanında güçlü misyonları yerine getiriyorlardı.
Sonrasında ise, ek paket Athena Sword ile öykümüz bizleri İtalya, Hırvatistan ve Yunanistan’a götürüyor, dünya genelinde kaos ve anarşi çıkarmayı hedefleyen memleketler arası terörist ağını çökertmeye çalışıyorduk.
Rainbow Six: Vegas
Oyunun ismi esasen Las Vegas’ın baş rolde olacağı konusunda gereğince ipucu veriyordu. Bu sefer, evvelki oyunlardan farklı bir takım vardı elimizde. Takımımızın Meksika hududunda gerçekleştirdiği başarısız bir ele geçirme operasyonundan sonra kendimizi Vegas sokaklarında köşe kapmaca oynarken buluyorduk. Takımımız, Irena Morales ve paralı askerlerden oluşan ordusuna karşı Las Vegas’ı savunmaya çalışıyordu. Senaryo içerisinde ufak tefek twistler de bulunuyordu. Başarılı olunca, devam oyunu da geldi.
Rainbow Six: Siege
Seriyi tek kişilik senaryolardan sıyırıp çevrimiçi ekip tabanlı rekabetçi bir oyun haline getiren Siege, tahminen de başlangıçta beklenenden çok daha başarılı oldu. Farklı ülkelerden, farklı yeteneklerle donanmış Rainbow Six casuslarının bir grup halinde farklı vazifeleri yerine getirdiği ya da rakip grubu alt etmeye çalıştığı uğraşlar, bugüne kadar milyonlarca oyuncunun ilgisini çekmeyi başardı; bundan sonra da birebir halde devam edecek üzere görünüyor. Yeni dönem içerikleri, yeni casuslar, yeni misyonlar derken R6: Siege en azından birkaç yıl daha kendisinden kelam ettirme potansiyeline sahip.
